top of page
Yazarın fotoğrafıİlayda Beyreli

Temmuz, Gece ve Kafka'nın "Dava"sı

Bu yazı Temmuz 2016'da kaleme alınmıştır.


Normalde her akşam 10-11 civarı yatarım. Ancak, 2016 yılında, bir temmuz gecesi saat 3’te haber kanallarını dolaşırken aklıma birkaç hafta önce okuduğum Franz Kafka’nın “Dava” adlı romanı geldi. Dolayısıyla size biraz Kafka’dan, biraz da bu romandan bahsetmek istedim. Anlatmak istediklerim yazarın edebi hayatı veya romanın ayrıntılı incelemesi değil. Ben daha çok ben de uyandırdığı izlenimleri paylaşmak istiyorum sizinle. Okurken neler düşündüğümü, neden gecenin o saatinde bu kitabın birden aklıma geldiğini anlatmak istiyorum.


Başlamadan önce yazardan çok az da olsa bahsedeyim. Franz Kafka 1800’lerin sonları ve 1900’lerin başlarında yaşamış bir yazar. Dolayısıyla yazılarında Birinci Dünya Savaşı dönemindeki toplumsal bunalımdan etkilendiğini söyleyebiliriz. Aynı zamanda hayatının çoğunu Prag’da geçirmiş Yahudi bir yazar olduğundan, daha sonradan İkinci Dünya Savaşı’nda büyük önem taşıyan Alman-Yahudi ilişkileri de yazılarındaki etkilerden bir diğeri. Yaşamı boyunca kısa yazıları dışında hiçbir eserini yayımlamamış, üstelik yazılarını miras bıraktığı arkadaşından da onları imha etmesini istemiştir. Fakat arkadaşı Max Brod’un aksi yöndeki tutumu sayesinde ölümünden sonra, özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrası, çok okunan ünlü bir yazar olarak karşımıza çıkmış.


Elbette kişisel hayatının izleri de var eserlerinde. Örneğin, akademik çalışma hayatında tercihini hukuktan yana kullanan Kafka, Dava (orijinali Der Process) adlı eserinde bu konudan yola çıkar. Ana kahraman Jozef K. kitabın ilk sayfasında, nedensiz yere tutuklanır. Tutuklanma süreci oldukça ilginçtir çünkü onu bağlamazlar, bir polis merkezine ya da mahkemeye götürmezler. Evden çıkmasına kısıtlama getirilmez. Tutuklanma sebebi bile açıklanmaz. Sadece tutuklandığı söylenir. İlginç bir nokta, tutuklama memurlarından birinin adının da Franz olması. Başlangıçta sağlam yapılı, ince uzun boylu olarak tarif edilen bu Franz adlı arkadaşımızla hikâye içinde birkaç yerde daha karşılaşıyoruz, ancak onları yeri geldiğinde anlatmakta yarar var. Tutuklanma meselesine geri dönersek eğer, memurlar Jozef’e durması, kalkması, kahvaltı yapması yönünde direktifler verirken tutuklamanın sebebini öğrenmek üzere sorulan sorularını cevapsız bırakıyorlar. Okurken anlıyorsunuz ki bu sessizlik bilinçli olarak yapılmış bir şey değil, memurların da olan bitenden haberleri yok. Emir kulu olarak nitelendiriyorlar kendilerini. Tanıdık gelen bir şeyler var mı? Sonuçta tutuklanan(!) Jozef sonraki birkaç gün içinde sorguya çağrılıyor. Mahkeme denilen yer varoşlarda, zor bulunan bir tavan arasından ibaret. Sorgu sırasında sanık dinlenirken coşan ve onu destekleyen bir kalabalık var, öyle bir kalabalık ki bir daha ne sesi ne soluğu duyuluyor. Suç ne? Jozef neden tutuklandı? Neyin sorgusu yapılıyor? Jozef’in kendini nasıl savunması bekleniyor? Bu soruların hiçbiri cevaplanmış değil. Savunmada Jozef, az önce yine o kalabalık içinde gördüğü ve yanlış olarak nitelendirdiği davranışlardan dem vuruyor. Mahkemeyi kötülüyor, ağır şekilde eleştiriyor. Arkasında onu destekliyor gözüken kalabalıkla, konuşuyor da konuşuyor. Bir laf dalaveresi sadece. Nasıl bir sistem ki bu, problem belli değilken, çözümü aranıyor? Bana göre bu sayfaları okurken gözlerinizi devirip bıkkınca gülmekten başka yapacak bir şey yok.


Devam eden sayfalarda yazar önce bir süre Jozef’in mahkeme kalemlerindeki gezintilerinden bahsediyor. Satırları okurken bu gezintiler süresince ona getirilmiş herhangi bir fiziki kısıtlama olmadığını anlıyorsunuz. Bölümlerden birinde Jozef, işten dönerken bir depoda Franz ve başka bir tutuklama memuru, Wilhem, ile karşılaşır. Yanlarında yüzü görülmeyen, eli sopalı, siyahlar içinde bir adam daha vardır. Memurlar sızlanırlar çünkü Jozef onları mahkemeye şikâyet ettiği için sopa yiyerek cezalandırılacaklardır. Acındırırlar kendilerini, ondan kendilerini bu siyahlar içindeki adamdan kurtarmasını isterler. Özellikle Franz yalvarır Jozef’e. Gerçi Jozef önce yardımcı olmaya çalışır ancak bir süre sonra dinleyemez daha fazla ve depodan çıkarak onları kendi kaderleriyle baş başa bırakır. Daha sonraki sefer de ise neredeyse kaçar onlardan. Bunu nasıl yorumlayabiliriz? Emir kulları tüm süreçte pasif kalırlar. Ne davaya herhangi bir katkıları vardır ne de zamanı geldiğinde kendilerini kurtarabilecek davranışları sergilerler. Ne de olsa şu an sadece insanlara haber taşıyan kişilerdir, ya da bir dosyayı oradan alıp buraya koyan, boş formları harflerle ve sayılarla dolduran, sabahları çay içip akşamları evlerine giden insanlardır onlar. Dün mahkemenin kararlarını uyguluyorlardı, bugün sanıktan yardım istiyorlar, yarın belki mahkeme heyeti değişecek ama onlar yine emirleri uygulamaya devam edecekler. Sonra belki bir ara başka bir sanıktan yine yardım isterler. Boş verin gitsin yani. Onlar hiç kimseler.


Kitapta Kafka, kahramanlar arası konuşmalarla avukatları sınıflandırır: büyük avukatlar, küçük avukatlar ve kaçak avukatlar. Jozef’in avukatı Hund, kesinlikle büyük bir avukat olmamasına rağmen, kaçak da değildir. Sıradan davalarla uğraşan sıradan bir avukattır. Hani herkesin ulaşıp fikir danışabildiği, çoğu insanın davalarını yürüten avukatlardandır. Kitap içindeki bir takım ilginç durumlar Jozef’in avukatıyla olan ilişkisiyle bağlantılıdır. Bu sıkıntılardan bazıları, var olan süreçten ortaya çıkar. Örneğin, ilk dilekçe, iddianame belli olmadığından, bir türlü hazırlanamaz. Bunun yanında avukatın kendisine özgü ilginç davranışları da durumu git gide çıkmaza sokar. Avukat Hund, Jozef’i oyalamaktadır. Dava kazanmanın farklı şekillerinden dem vurur. Gerçek masumiyetin asla kanıtlanamayacağını söyler Jozef’e. Bugün bunla görüştüm, yarın şunla konuşacağım derken davanın ilk altı ayı geride bırakılmıştır ancak elle tutulur bir ilerleme yoktur ortalıkta. Üstelik Jozef’in avukatın evinde tanıştığı müvekkili Tüccar Block ile ilişkisi de oldukça tuhaftır. Avukat, tüccarı aşağılar. Hakaret derecesine varan davranışlar ve isteklerde bulunur. Ayaklarını bile öptürür. Tüccarın süregelen beş yıllık davasında onu da, aynı Jozef gibi, oyalamaktadır. Ama sanmayın ki tüccar sütten çıkma ak kaşık. Sayfalar arasında o da aynı ilişkiyi beş farklı avukatla sürdürdüğünü anlatır Jozef’e. Üstelik avukatlar birbirinin varlığından habersizdir. Jozef şahit oldukları karşısında ayılıp vekâletini geri çekmek istediğinde avukat bin bir sözle onu fikrinden caydırmaya çalışır. Bir süre avukat stajyerliği de yapmış olan yazarın, neden bu kadar karmaşık bir avukat-müvekkil ilişkisi yarattığı konusunda kesin bir fikir belirtemem, ne yazık ki. Ancak bu karmaşıklığın sonucu sanığın kafası bulanır ve gerçekle ilişkisi kopmaya başlar.


Artık adam gibi düşünme yeteneğini kaybeden Jozef işinde de doğru dürüst çalışamamaya başlar. İşine odaklanamıyordur. Sonra bir müşterisi aracılığıyla, mahkemeye portreler satan bir ressamdan yardım ister. Ressamın işliğine gider. Başta şehrin diğer ucunda olduğu düşünülen işlik, bir de bakmışsınız mahkemeden yalnızca gizli bir kapıyla ayrılmış olarak duruyordur. İki ucu bir kapıda, bir noktada, birleşen bir şehir, bir çizgi. İşlikteki resimler dikkat çeker. Adalet resmedilmiştir ama ayakları havada, kanatları olan bir adalet. Kim isterse onun yanına uçacak olan cinsten. Ressamdan sonra, bir yerde de cezaevi rahibiyle karşılaşır. Birlikte görev ve yargıyı tartışırlar. Bir sürü kafa karışıklığı daha. Davanın üstünden bir yıl geçti ve artık kitabın sonuna yaklaşıldı, ancak dikkatiniz çekerim ki bu adamın niye tutuklandığını kimse hala bilmiyor. Hala bilmediği bir suçtan aklanmaya çalışıyor Jozef. Hala bilmediği bir sorunu çözmeye çalışıyor. Üstelik şimdi daha kötü, normal işini de yapamıyor. Son sayfalarda, iki yeni memur ziyaret ediyor Jozef’i. Birlikte sokağa çıkıp terk edilmiş küçük bir taş ocağına doğru yürüyorlar. Memurlar aralarında tartışıyor “işi” kim yapacak diye, belli ki sadece ama sadece emir kulu onlar. Eh, sonrasını da siz anlamışsınızdır zaten. Jozef’in son düşüncesi, utancının kendinden sonra da yaşayacak olduğu. Son sayfalarda birkaç tamamlanmamış bölüm daha var. Burada ilgisi olanlar için birkaç detay daha var, Jozef’in bir grup hukuk adamıyla olan münasebetleri gibi. Ancak bunları, kitabın gizleri arasında, okuyucularını beklemek üzere, bırakmayı tercih ederim. Franz Kafka’nın bu kitabı, eğer fırsatınız olursa, okumanızı kesinlikle önereceğim metinlerden biri.


Bu şekilde, Jozef K’nın hayatı, saat 3’e kadar oturduğum bir temmuz gecesi çok düşündürdü beni. Yanlış hatırlamıyorsam, bir haber kanalı açıktı televizyonda. Etrafta ekranınkinden başka ışık olmamasından olacak, dalmışım. Sevdiğim hayvanlar olan baştankara kuşlarının uçuşu geldi aklıma. Mavi renkli, güzel tüyleri canlandı hayalimde. Sonradan, daha da yüksekten uçan kartalları düşündüm. O kadar yüksekten şehir manzarası nasıl da güzel olur, dedim kendi kendime, aynı doğa kitaplarındaki resimler gibi. Okuduğum son kitap da bitmişti yakın zamanda, yenisine başlamalı. Sahi, size geçenlerde okuduğum, Kafka’nın “Dava” isimli kitabını anlattım mı? Konusu gerçekten harikaydı…





2 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page