top of page
  • Yazarın fotoğrafıİlayda Beyreli

Cevdet Bey'in Oğulları Varmış

Bu yazı 2017 yılında kaleme alınmıştır.

Orhan Pamuk’un şimdiye kadar üç kitabını okudum. Bunlardan en çok ilgimi çeken ise sonraki satırlarda kendi çerçevemden anlatmaya çalışacağım “Cevdet Bey ve Oğulları”. Orhan Pamuk’un ilk romanı olan bu kitap sanki “Sınavlarda ilk işaretlenen cevap, en doğrusudur.” inancının edebiyattaki somut örneklerinden biri. Kitabın konusu aklın en ücra kölelerine hapsolmuş bir kıvılcımdan çıkma değil, realizmden payını almış her roman gibi, bizi bize anlatan türde bir yapıt. Onu okumaya değer kılansa 100 yıldır bir arpa boyu yol gidemeyişimizin sebebini, karakterlerin içlerinde bize anlatması.

Kitap arkası tanıtımda da belirtildiği gibi bir ailenin üç kuşağını barındıran kitapta, her kuşaktan birer ana karakter seçilmiş ve bu kahramanın etrafında şekillenen hikâyelerin her biri kendine ait bir bölümde anlatılmış. Pamuk anlatmaya Cevdet Bey’in kendisinden başlıyor. Önce onun evini, işini, abisini, evleneceği kadını ve müstakbel kayınpederini tanıyoruz. Cevdet Bey gerek aile içinde erken üstlenmesi gereken yetişkin sorumlulukları gerekse yaşadığı dönemin ekonomik çökmüşlüğüyle bir pragmatist olarak yaşıyor hayatını. Bir aile kurmak, az çok para kazanıp geçinmek gibi sıradan istekleri var. Bunun içinde yapması gerekenleri öğrenmiş ve bir şeyler yapabilmenin yolunun para denen küçük kâğıtçıklardan geçtiğini anlamış. Bunun içindir ki onu parayla yakın temas halinde olan bir meslek kolunda çalışırken görüyoruz: ticaret. Üstelik itibarın önemini de unutmamış ve eskiden namı bol paşalardan birisinin kızıyla evlenme kararı vermiş. Abisi Nusret ise tamamen zıt bir yol çizmiş kendine. Asker olarak çok yer dolaşmış; bu da onu, bir idealar dünyasına sürüklemiş. Haliyle iki kardeş arasında zamanla fikir ve duygu ayrılığı başlamış, yan yana geldiklerinde sık sık kavga eder olmuşlar. Kavgalarda kimin haklı olduğuna karar vermek zor. Cevdet Bey, yaşamı doğrultusunda apolitik görüşlere sahip biri; abisi ise dönemin subaylarına uygun olarak siyaseti yaşamının merkezine oturtmuş. Üstelik maalesef o dönemin birçok başarılı subayında da görülen, gereğinden fazla idealizm rüzgârına yakalanmış. Sanırım yazar bu aşırı idealizm düşüncesini, bir hastalık olarak irdelemiş. Nitekim Nusret, yıllardır veremden çeken yatalak bir hasta olarak anlatılıyor. Hasta ama bu hastalığı kabullenmeyecek kadar da inatçı. İkinci bölümde Cevdet Bey ailesinin ve işlerinin başında olsa da hikâye artık onun iki oğlundan küçüğü olan Refik’in etrafında şekillenir. Nusret ise cumhuriyeti görememiştir. Ama Cevdet Bey’in yaşamı da ne derece doğrudur, bilinmez. O tanıdıkları tarafından sürekli sorulan “Hayat nedir?” sorusuna hep kaçamak yanıtlar vermiş biridir çünkü.

Refik ve iki arkadaşı, Ömer ve Muhittin, kitabın ikinci bölümünün başlıca kahramanlarıdır. Üçü farklı ekonomik statülerdeki ailelerden gelseler de zamana göre iyi eğitim almış aydın sınıfında sayılan gençlerdir. Refik, birlikte okudukları inşaat mühendisliği bölümünü bitirdikten sonra, babasının ve abisi Osman’ın yanında çalışmaya başlar. Bölüm boyunca onun karakter gelişimini izleriz. Önce yaşamı sorgulamadan yaşamaktadır. Evlidir, karısı hamiledir, işler yolundadır. Ancak babasını kaybettikten sonra bir tanıdıklarına yaptıkları ziyaret hayata bakışını değiştirir. Babasının cevaplayamadığı “Hayat nedir?” sorusunu kendine sorar ve fark ettiklerinden hoşlanmaz. Daralır sıkılır. Evinde yaşayamaz olur ve Anadolu’ya Ömer’in çalıştığı şantiyeye gitme kararı alır. 2 hafta için gittiği köyde iş bitene kadar neredeyse yedi sekiz ay kalır. Tarım üzerine, çiftçilerin lehine bir kitap yazmaya karar verir. Bitirdiği kitabını bastıracak yer bulamaz. Ankara’ya gider, milletvekilleri ile görüşür. Yine sıkılır, Geri döner. Çareyi bir de karısıyla başka bir eve taşınarak bulmayı umar. Yine olmaz, yapamaz. Bana öyle geliyor ki yazar kendi hislerini Refik’in düşüncelerinde anlatır. Nitekim bir noktada, üçüncü bölümde, oğlu Ahmet arkadaşı İlknur’la birlikte, babası Refik’i ünlü düşünür Sartre ile Paris’te görüşmesini hayal ederler.

Diyebilirsiniz ki, abisi varken, yazar neden Refik’in arkadaşlarını anlatır? Bunun sebebi Osman’ın, ağacın dibine düşen armut olmasındandır. Babasının tam bir yansımasını görürüz onda, bu baba-oğuldaki yaracı yaklaşım hem daha önce işlendiğinden hem de zaman içerisinde değişmeyen bir ideolojinin zihniyeti olduğundan, zannederim ki yazar tekrar tekrar anlatmak istemez. Refik’in arkadaşları ise daha renkli bir karakter yelpazesi sunar. Onlar bir bakıma Nusret’in idealist karakterinin üç ayrı koldan devamıdırlar. Ömer, ilk başta bir egoist olarak gözükse de aslında kendi isteklerinden çok toplum gözündeki yerine göre yaşayan birisidir. Asi ve hırslı bir yapısı vardır. Çevresini küçümseyeceği bir statü ister hayattan. Muhittin ise, belki de bir şair olduğundan, daha duygusal bir yönelimdedir. Ancak zaman içerisinde istediği yazınsal başarıyı elde edemez ve içi boş ideoloji arayışı içine düşer. Gerçekten inanmadan bir Turancılık grubu ile hareket etmeye, bu grupta yerini tutmak için küçük çaplı bir denge siyaseti yürütmeye çalışır. Buradan yola çıkan yazar, Dostoyevski’nin “Yeraltından Notları”nda yazdığına benzer bir mutluluk-bilinç ilişkisi kurar.

“(…)Siz inanmadan önce düşünmek, anlamak istiyorsunuz. Bunu yaptığınız için de inanamıyorsunuz. Ama böyle mutsuzluktan kurtulamazsınız ki… (…) Böyle durup derinlemesine düşünmek… Bu insanı işte mutsuz yapar.(…)” (Pamuk, 2015)

Bu bölümlerde benim dikkatimi çeken nokta, yazarın Muhittin ve Refik’in üstüne Ömer’den daha fazla eğildiğini hissetmem. Nedendir bilinmez, Refik ve Muhittin’i ana kahraman olarak gördüğümüz bölümlerde psikolojik betimleme daha çok kullanılmış gibi. Ömer’in iç dünyası ise diğerleri kadar iyi aydınlatılmamış. Yazarın bu konuyu bilerek gölgelerde bırakmış olabileceğini de düşünerek, bu tercihinin nedenini merak ederim.

Yazık ki üç arkadaşın hikâyesi de mutlu sona ulaşmaz. Ömer nişanlısından ayrılır, Muhittin editörlük yaptığı dergiden kovulur; sonradan, üçüncü bölümde, öğreniriz ki Refik de karısından boşanmış, üstelik hastalanmış ve ölmüştür. Bundan sonra, hikâye, Refik’in oğlu Ahmet’in sahnesi olur. Diğer iki bölüme göre daha kısa olan bu son bölümde, Ahmet yan iş olarak öğretmenlik yapan bir ressam olarak karşımıza çıkar. Amcası Osman’ın oğlu Cemil, babasına ne kadar çok çekmişse, nasıl onun gibi aile lideri rolünü üstlenmişse; Ahmet de kendi babasının melankolisini o derecede miras almıştır. Bir yandan aile içindeki rolünü üstlenmeye çalışırken bir yandan da düşünsel ve yaşamsal özerkliğini kaybetmemeye çalışır. Kendi arkadaş çevresinde politikayla ilgilenen kişilere ise daha bir umursamaz davrandığını görürüz. Belli bir görüş belirtmez ve kendisine anlatılan görüşleri de yalnızca dinlemiş olma havasında dinler. Babasından bir faklılık olarak Ahmet görücü usulüyle belki kafa olarak asla uyuşmayacağı biriyle evlenmemiştir yalnız. Onun yerine kendi kafa dengi addettiği İlknur ile oldukça samimi bir arkadaşlık kurmuştur. Son bölümde hayatının kısa bir iki gününe tanık olduğumuz Ahmet’in hikâyesi de, Cevdet Bey’in Paşa kızı eşi, Refik’in annesi ve kendi babaannesi olan Nigan Hanım’ın ölümüyle sona erer.


Bu kitabın birçok incelemesi, bugün internette mevcut. Çoğunda da kitabın hem bir aile hem de bir çağ romanı olmasına değinilmiş. Bu yoruma bir yere kadar ben de katılsam da, ben daha çok çağ romanı tarafının ağır bastığı izlenimini edindim. Cevdet Bey ve Oğulları daha çok Türkiye’nin sosyolojik bir kronolojisi gibi görülebilir belki. Zaten Pamuk da kitabın son sözünde, Cevdet Bey ve Oğulları’nın yazdığı en politik kitap olduğundan bahsederek, bu görüşü destekler. Kitapta anlatılan kafa karışıklığının, Doğu ve Batı arasında yolunu kaybeden aydının izleri bugün de hala hissedilmekte. Kitabı okuyunca, oradaki gözlemlerin aslında sizin de hayatta birçok kere şahit olduğunuz şeyler olduğunu fark ediyorsunuz. Benim gibi konuya, az da olsa, ilgisi olanların okumak isteyebileceği bir kitap kesinlikle. Ancak aile, aşk, ilişkiler ve cinsellik gibi, genelden biraz daha özele çalan konularla ilgili yazarın yorumlarını ve gözlemlerini merak edenler, 2008 yılında yayımlanan Masumiyet Müzesi’ni tercih edebilirler. Müzenin kendisini gezme şansına daha erişememiş olsam da, bu kitap da boşa gitmeyecekler hanesine yazılacak bir alışveriş olacaktır.

Cevdet Bey ve Oğulları: http://alisveris.yapikredi.com.tr/tanim.aspsid?=DBYR77R3QB7BXS0HQNOP Masumiyet Müzesi: http://alisveris.yapikredi.com.tr/tanim.asp?sid=RUBM88GV3M0MKDND3JFB

1 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page